6-
mikroskobik bir dairede yaşamanın birtakım faydaları olduğunu kabul etmem gerekir. mesela uyku sersemiyken kalkp kapıyı açmak, mutfağa gidip kahvaltı hazırlamak ve geri dönmek için toplam on adım atmak yetiyordu. kışın en soğuk gününde bile orta boy bir elektrik sobası bütün evi ısıtıyordu.
9-
kırmızı ışıkta durmuş beklerken ben de taksim meydanı'ndaki binlerce kişiyle birlikte bülent ersoy'un ameliyat öncesi sesinden baharı bekleyen kumrular'ı dinledim. bir yandan da istanbul'un bülent ersoy'a nasıl benzemeye başladığını düşündüm. o da eskisine kıyasla daha heybetli ve daha gösterişliydi. ve o da artık gerçeküstü sayılacak bir seviyeye yükselmişti.
11-
bazen kafamı kaldırıp etrafa bakındığımda çok tuhaf bir hisse kapılıyordum. seyretmek istemediğim bir filme ait dekorların içine hapsolduğuma dair boğucu bir his. doğduğum şehir nasıl bu hale gelmişti, anlayamıyordum. gökyüzünde hangi yıldız yerinden bir milim oynamış, hangi kara delik yönünü şaşırmıştı da, istanbul bir türlü son nefesini veremeyen bu canlı cesede dönmüştü?
45-
istanbul, markalı çöplerin şehri.
49-
insan tek başına yemek yerken neleri düşünüp neleri düşünmeyeceği lüksüne pek sahip değildir, ama yine de elimden geleni yaptım.
146-
sabri usta kendisini gereğinden fazla ciddiye alan ve takıntılarıyla barışık olmayan, rahatsız edici adamlardan değildi.
150-
nazikçe konuşurken bile her sözünün sonu toplu iğne gibi sivri çıkıyordu.
154-
eğer hamur mayası ya da transistörlü radyolar hakkında konuşmak isterseniz belki biraz yardımcı olabilirim, ama inanın o konularda bile uzman sayılmam.
170-
gerçek sanıp sırtımızı yasladığımız her şeyin çatlaklarla dolu olduğunu görünce, korku anlık bir şey olmaktan çıkıp hiç bitmeyen bir kâbusa dönüşüyordu.
175-
koltuk, nereme batacağını bildiğim yayları ve inatçı gıcırtılarıyla eski bir arkadaş gibi kucakladı beni.
175-
gözlerinizi açtığınızda bazen nerede olduğunuzu hatırlayamazsınız, bazen de kim olarak uyandığınızı. ilk önce rasgele sorular gelir aklınıza: radyoda çalan parça neydi, kalkıp çay suyu koysam mı, içerisi niye bu kadar soğuk? sonra hatırlamanıza yardım edecek ipuçları görmeye başlarsınız etrafınızda: pencere açık uyumuşum, pencere her zamanki yerinde değil, başımın altındaki yastık da her zamanki yastık değil, başka bir evdeyim. ve son olarak da asla hatırlamak istemediğiniz gerçekler üşüşür beyninize. bir gün önce karınızla ettiğiniz o kavga. ödemeniz gereken borçlar. doktorun telefon edip haber verdiği tahlil sonuçları. belki de çok daha korkunç şeyler. bir saniye önce tasasız, bembeyaz bir boşluğun içindeyken, iki nefes sonra gerçek hayatınızın beton zeminine kafa üstü çakılırsınız.
183-
bir zamanlar ben de herkes gibi her şeyin daha fazlasını istiyordum. daha fazla olmayı. daha önemli olmayı. hayatın bir önemi olmasını. şimdi sadece daha az olmak istiyorum.
185-
kadınların yanılgısı: bir adama aşık olduklarında, ona dünyanın en büyük nimetini bahşettiklerini sanıyorlar. verebilecekleri en değerli hediyeyi verdiklerini. yapabilecekleri en büyük fedakarlığı yaptıklarını.
sanıyorlar ki, böyle bir durumda herife ancak diz çöküp minnet duymak düşer. hele bir duymasın. ben sana kalbimi sundum. ben sana aşkımı sundum. sen nasıl kıymet bilmez bir hayvansın, nasıl bencil bir öküzsün ki, beni prensesler gibi başının üzerinde taşımıyorsun.
peki aynı şey bir kadının başına gelse, hanımefendi ne yapar? hiç o gözle bakmadığı, hiç o şekilde ilgi duymadığı bir adam kendini onun kollarına atsa, aşkını ilan etse? çükünü çıkarıp gösterse? hadi çükü bir kenara bırakalım, sadece aşkını ilan etse?
belki biraz gururu okşanır. belki biraz üzülür. büyük olasılıkla acayip rahatsız olur. ama günün sonunda suçlu durumuna düşeceğini aklına bile getirmez herhalde.
198-
istanbul, aklını kaybedip belasını bulanların şehri.
207-
hayat çok aptal.
211-
para konusunda hep gergindi defne. açık açık söylemese de şımarık bir prenstim onun gözünde. sadece öyle davranmıyordum.
eve dönerken kendi lükslerimi düşündüm. beni sakinleştiren, kafamdaki şeytanları bir süre susturan şeylerin listesini yaptım.
1. dışarıda fırtına kıyamet, yer yerinden oynarken sıcak bir evde oturmak, dışarı çıkmak zorunda olmamak. ev tek odadan, sıcaklık da küçük bir elektrik sobasından ibaret olabilir.
2. rasgele çalmaya başlayan bir müziğin güzelliğine kapılıp, sadece birkaç saniyeliğine bile olsa, evrende gerçekten kusursuz bir düzen olduğuna inanmak.
3. özenle hazırlanmş bir tabak yemeğin önüne oturmak.
4. benden nefret etmeyen bir kadınla sevişmek. mümkünse öğleden sonra, hava henüz aydınlıkken.
5. zenith royal 755
217-
the hour when the earth takes back its warm embrace.
the hour of cool drafts from extinguished stars.
the hour of do-we-vanish-too-without-a-trace
wislawa szymborska, four a.m.
226-
arabaya biner binmez konuşmaya başlayıp hiç susmamıştı. gözlerini hiç yoldan ayırmadan, benim onu dinleyip dinlemediğimi umursamadan, kendi kendine konuşup durdu. ruhen dağılmamak için büyük bir güç harcıyordu. bir an durup içindeki karanlığa bakarsa o deliğe düşer, bir daha da dışarı çıkamazdı.
263-
defne'yle sadece ikimize ait özel bir dilimiz vardı. birbirimizi kızdırmak için kullandığımız cümlelerden, sırf tekrarlamış olmak için sürekli tekrarladığımız espirilerden, ikimizin de ağzına yakışmayan ama inatla söylediğimiz sözcüklerden, yalnızca bize anlamlı gelen acayip vurgulardan, yanlış telaffuzlardan oluşan engebeli bir dil. başkalarıyla konuşmaya çalışmak, aniden yüzmeyi unutup kendimi buz gibi bir okyanusun tam ortasında bulmak gibi gelirdi bana. ya da sudan korkan bir balinaya yüzmeyi öğretmek gibi. defne'yle konuşmak ise nefes alıp vermekten daha doğaldı.
314-
kalabalık caddelerden ayrılıp sadece üzerinde yaşayan insanların bildiği, sadece onlara aitmiş gibi duran sokaklara saptık.
350-
inanılmaz derece hüzünlü ama bir o kadar da huzurlu bir şarkıydı. kabullenmenin ölçülü, sınırlı huzuru.
http://fizy.com/#s/1o58g6
-
üç çeşit insan vardır. birincisi, önüne karanlık bir kuyu çıktığında kafasını çeviren, çok geçmeden de bir kuyu gördüğünü unutanlardır. ikincisi, önüne karanlık bir kuyu çıktığında içine düşüp bir daha çıkmayanlardır. ve üçüncüsü de, önüne karanlık bir kuyu çıktığında bellerine kadar sarkıp içine bakanlar, ışık tutup dibini aydınlatmaya, belki aşağıda birisi vardır diye ip sarkıtmaya çalışanlardır.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder