11 Ekim 2012 Perşembe
aynalar koridorunda aşk - mustafa ulusoy
karakalem
102-
kimse direkt olarak kendisine çok acıdığını söylemez. kendisine acımanın en tercih edilen yolu, şikayet etmektir. kendi sağlıklarından, yaşama koşullarından, hastalıklarından, insan ilişkilerinden sürekli şikayet eden, bir şeyden memnun olmayan, her şeyi tenkit eden, memnuniyetsiz, huzursuz insanlar genelde kendisine acıyan insanlardır. kendilerini hayatın içinde bir kurban,, hep kötü şeyleri yaşamış bir zavallı olarak görürler. yanıbaşlarındaki kendilerini değersiz gördükten sonra, değerli hiçbir şey kalmaz.
dr. mavi kendisine acımada en çok çocukluk yaşantılarının, sonra da hastalıkların kullanıldığını görüyordu. fiziksel bir hastalığı olup da bu hastalığı kendisine acıma nedeni olarak kullanmayan çok az insan vardı. hastalığı ile barışık, ondan memnun; hastalığının varoluşsal sınırlılıklarını ona gösteren bir eğitmen, bir hikmeti olan, ona onu anlatan, sınırlarını öğreten, kendi gerçekliğinden dem vuran bir yaşantı olduğunu söyleyebilen çok az insan vardı.
hayatını şikayet etme üzerine kurma, hayatı bir kendisine acıma haline getirme tutumu, narsistleşmiş bir benlik oyunudur. dünyanın en zavallı mazlumu rolü bir yandan narsistleşmiş benliğe zehirli bir doyum sunar. kendi gerçekliğinden uzaklaşmış, varolmaya, kendisine sunulana istan etmeye kurgulanmış narsistleşmiş benlik, çekilen acılarla kendisini yüceltmeye uğraşır. narsistleşmiş benlik kendisini acılarıyla yüceltmeye çalışır. acıları pazarlar. bu pazarlama insanın kendisini pazarlamasıdır. çekilen acılar vitrinde sergilenir. benlik bundan menhus bir zevk alır. varoluşun bir noktasında ve tüm noktalarında kendisine verileni benimseme, kabul etme, şükran duyma yerine, daha fazlasına hakkı olduğunu iddia eden narsistleşmiş benlik, varoluşun her halini bir tenkit unsuru haline getirerek, kendi tasarlamadığı tüm varoluş olanaklarını yok sayar.
böylesi bir narsistleşmiş benlik kendisini yaratıcıdan ayrı bir yere koyarak, kendisini yaratıcıdan bağımsızlaştırmaya çalışarak, çekilen acıları o'na giden bir yola dönüştürmek yerine, kendisini yüceltmeye giden bir yola dönüştürür. benlik bu yolla yaratıcının insanın önüne koyduğu tüm varoluş olanaklarını hem hiçleştirir, hem de, bu hiçleştirmeyi kendisi yaptığı halde, bunu bir zavallılık, bir mahrumiyet konusu yaparak kendisine acır.
dr. mavi'nin kırmızı ile ilgili olarak vardığı sonuç şuydu:
kırmızı geçmişinin kötü yanlarını anlattıkça, kırmızı'nın narsistleşmiş benliği bundan büyük bir haz alıyordu. narsist benlik, kırmızı'yı bir ahtapotun kolları gibi sarıp onun tüm varoluşunu boğuyor ve bu hazzı bırakmak istemiyordu. kendisine acıma ona verilen, onda görünen iyi şeylerin, güzelliklerin, nimetlerin, ona edilen ihsanların kırmızı tarafından farkedilmesini engelliyordu. kendisine acıdıkça kendi varlığını, varlığın kendisini, varolmayı kötülüyor, bu da hayatı yaşama imkanını yok ediyordu.
kimse kırmızı'yı kırmızı'nın kendi narsistleşmiş benliğinden daha fazla üzemiyordu. kimse etrafına benliğinden daha yüksek duvarlar öremiyordu. kendisini kendisine hapsediyordu. kimi zaman geçip gitmiş geçmişine... kimi zaman gelmemiş geleceğin kaygılarına... süresiz bir hapisti bu. çünkü, süresi belli değildi.
bir isyan hapsindeydi. çocukluğu, çocukluğunun ona acı veren olaylarına isyan etme hapsindeydi yıllardır. işyerinde, sokakta, caddede, yürürken, yağan yağmurda, karda, fırtınalı günde, kaçırdığı otobüste, yakalandığı gripte, isyan halindeydi. beğenebildiği, onu tatmin edebilecek, şükredebileceği birşey yoktu sanki. şimdi de erkek arkadaşının onu bırakmasını bir kendisine acımaya dönüştürüyordu.
isyan kendisine acımaya dönüşüyordu. hep neden sorusu vardı zihninde. yaşadığı olayları kurcalar, neden ve niçinlerine ulaşmaya çalışır, hayatının neden ve niçin kendi istediği, arzu ettiği şekilde gitmediğinden müthiş öfkeye kapılır, sonra kendisine acır, sonra da oturur ağlardı. bu neden ve niçinler tenkitle karışık neden ve niçinler olduğu için, arkasından asla bir cevap gelmiyordu.
yaşadığı çoğu olaydan kendisine bir acıma, zavallılık, bir kenara itilme, değersizlik, önemsenmeme payı çıkarıyordu. yaşadığı iyi şeyleri bile ben bunlara layık değilim diyerek kötüleştiriyor, içselleştiriyordu.
105-
... ama kaç yıl çalışırsa çalışsın şurası artık kesindi ki, birinci sırada sevilme, ikinci sırada da ölüm sorunu olan hastaları olacaktı.
106-
belki de psikoterapi buydu. bir insanın başka bir insanın varoluşunu hiçbir şarta bağlamadan onaylaması, sen varsın, önemlisin demesiydi.
109-
Kafeler, fast-food restoranları tıka basa doluydu. Buraları yemek yeme mekanları değildi dr. mavi'ye göre. dikkat çekme, gözlenme, gözleme, farkedilme açlığının doyurulmak istendiği mekanlardı. başkalarına kendilerini gösterdikleri, böylece varoluşlarını hissetmek istedikleri yerlerdi. insanların varoluşlarını hissedecekleri birer ibadethane, birer tapınak gibi bir işlev üstlenmişlerdi adeta. insanlar huşu ile kendi benliklerini sergiliyor, benliklerini ortaya koymaya çalışıyor, kendilerini tapınılması için kılıktan kılığa giriyor, tapınağın ikonları olmak istiyorlardı. kendi varoluşlarını bulmak için kendileri gibi etten ve kemikten insanlara ihtiyaç duyuyorlardı.
-
kendi varoluşsal önemini keşfedememiş insan, başka insanlara bağımlı hale gelir. bu bağımlılık hali bir yandan da benliğini incitir. kendi varoluşsal değerini hissedebilmek için ötekilerin kendisini takdir etmesine, semesine muhtaçtır. öteki insanlar kendisini sevmezse, değer vermezse kendisi yoktur. Öteki insanların kendisini önemsemesi için kişi kendisini yüceltir. caddede insanların sevmek gibi bir derdi yoktu. daha çok, sevilmek istiyorlardı. cadde kendisini yücelten insanlarla doluydu. kendisini yücelten insanlar arasında kıyasıya mücadele vardı. jöleler, kıyafetler, markalar, bakışlar, dikkat çekici kahkahalar, maviye boyatılmış saçlar, pahalı arabaların içinden yüksek müzikler, başkasını dinlemeyip hep kendisini anlatmaya koyulmalar, bu mücadelenin silahlarıydı.
111-
belki de narsizmi 'insanın kendisinin önemli olduğunu hissetmesi' değil, 'önemli biri olarak görünme isteği' olarak tanımlayabiliriz diye düşündü dr. mavi.
120-
dr. mavi kırmızı'nın kaybolduğu yeri iyice anlayabilmek için tek bir durumu çok iyi tanımak ve tanımlamak istiyordu. bunun için de en iyi yöntemlerden biri, kişinin yaşadığı en son bir sorunu en ayrıntılı şekilde ona anlattırmaktır. insanlar ise, kendilerinin geçmişte kaybolduklarına inanırlar ve alabildiğine geçmişlerini anlatmaktan hoşlanırlar.
132-
gri, onu büyüten, bakan ihtiyaçlarını karşılayan yetişkinlerin psikolojik ihtiyaçlarına hizmet eden bir aygıt gibi görüyordu kendisini. gitgide, içinde bir hiçlik duygusu oluşmaya başladı. kendisinin kendisi olduğu için sevilmediğini anlamıştı. kendisini bir varlık olarak algılamakta zorlanıyordu. kendisinin kendisi olduğu için sevilmediğini anlamıştı. kendisini bir varlık olarak algılamakta zorlanıyordu. kendisini yalnızca başkalarının gözünde bir yansıma olarak yaşantılayabiliyordu. sadece başkalarının dünyasındaki imge düzeyinde, düşünce düzeyinde vardı. bu yansıtılan imgenin dışında ne olduğu giderek derinleşen bir sorun olmaya başlamıştı ve gerçek olmayış hiçlik duygusuna yol açıyordu. kendisini bir varlık olarak hissedebilmek için illa da başkasına ihtiyaç duyuyordu. neyin gerçek, neyin doğru olduğunu anlayabilmesi için büyüklerin varlığına ihtiyacı vardı. yanında kimin bulunduğuna bağlı olarak, hoşlandığı ve hoşlanmadığı şeyler değişebilmekteydi.
133-
başkalarının gözünde varolabilmenin yolunun mükemmel olmaktan geçtiğini farketmişti. her işini mükemmel yaparsa daha çok takdir göreceğine karar vermişti. böylece daha çok sevilecekti. daha çok kabul edilecekti. mükemmel olabilmesi için kendi çizdiği hayat yolundan ödün vermemeliydi. bu yüzden yapmak istediklerinin engellenmesinden nefret ediyor, kendi belirlediği, tasarladığı çizgiye sıkı sıkıya tutunuyor, başka doğruların kapısını kapatıyor, kendi belirlediklerini mutlak doğru olarak görüyordu. sınırlandığını, kendi belirlediği yolda gidemediğini hissettiği durumlarda kaygı basıyor, kendi dışındaki tarzları, yolları hoşgöremiyor, sınırlarını kendisi çizmek istiyordu. kendi kendisinin efendisi olmalı ve hayat yolunda engel tanımamalıydı. hayattaki en büyük yükü yüklenmişti.
134-
bir insanın hayatının bir hiç olduğunu, gereksiz olduğunu hissetmesi insanın en temel acısıdır. bu kabuller insanın yaşamla tüm bağlarını kopartır. ruhunu her an taciz içinde bırakır. tüm yaşama isteğini yok eder. hayatı çekilmez kılar. duygular kararır, ruh acı çeker. akıl taciz içinde kalır. bu duygular dayanılmazdır. insan bir dayanak noktası arar. insanın aradığı dayanak noktası ya kendi içinde ya da kendi dışında olacaktır. insanın kendi dışındaki dayanak noktası ya kendi gibi aynı varoluş imkanına, aynı varoluş sınırlılıklarına sahip diğer insanlar olacaktır; ya da tüm varoluşu yokluktan ve hiçten var kılan, mutlak kudreti olan bir Yaratıcı... İnsanın kendi içindeki dayanak noktası ise yine kendisi olacaktır. kendisi dayanak noktası olacaksa, kendisi çok güçlü, kusursuz, mükemmel olmalıydı. çünkü her insan bilir ki, aciz, muhtaç, mükemmel olmayan bir varlık başka birisi için dayanak noktası oluşturamaz. gri kendisinin mükemmel, kuvvetli ve kudretli bir varlık olmadığını biliyordu. acıkıyor, tuvalete gidiyor, yaşlanıyor, uykuya dalmasına engel olamıyor, olayları kontrol edemiyordu. bir yandan kendisi dışında gerçekten kudretli ve kuvvetli, herşey kadir bir varlığı dayanak noktası kabul etmeyi benliği reddediyor, bir yandan da kendi gerçekliği karşısında sıkışıp kalıyordu.
145-
hayatı boyunca saplantılı bir şekilde arkadaşlık aramış, ama hiçbir zaman başka herhangi birinin varlığında kendisine 'kendisi olma' iznini vermemişti.
148-
iki nokta arasında gidip gelen insanlar, bu noktalardan acı verenine daha çok odaklanırlar.
149-
dr. mavi'nin aşk sorunları ile kendine gelen hastalarında en önemli gözlemi buydu. aşk başkasını sevmek, başkasına bağlanmak olarak görülse de, dr. mavi aşk ve sevgi ilişkilerinin temelinde sevilmek olduğunu gözlemlemişti.
-
aşk konusunda kimse yalan söylememeli. aşkın bir başkasını sevmek olduğunu söylemek koca bir yalandır. aşk karşılıksız yaşanamaz. buna en büyük itiraz karşılıksız seven insanlardan gelir. ancak onlar da en azından fantazilerinde aşklarına karşılık bulmadan yapamazlar. aşkı besleyen sevilme, önemsenme duygusudur. aşk bu anlamda bir başkasının dünyasında varolma çabasıdır. kendi varoluşunun bir başka varoluş tarafından onaylanması ihtiyacıdır. bir başka varoluşun içinde iyi bir yeri olduğuna inanmayan bir insanın aşkı biter. bir de, bir başkasının o kadar da önemsenecek biri olmadığını farketmek aşkı öldürür.
188-
böyle bir benlik sık sık hırpalanır. kabardığı oranda içini boşaltır. şişen bir balonun içindeki boşluğun giderek büyümesi gibi...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder