10 Ekim 2012 Çarşamba

oy trabzon trabzon senden ayrılacağım - hilmi köksal alişanoğlu


apollon yayıncılık

7-
bu bölge halkı, başından geçenleri -sıkıntı ve acı dolu olanları bile- bazen abartarak, çoğunlukla kendisiyle dalga geçerek, öylesine gülünç hale getirerek aktardı ki, zamanla gülünç şeyler hep onu çağrıştırır oldu.

9-
türkler, rumlar, ermeniler.. her üç halk da, birbirine yakın dönemlerde, art arda karadeniz'deki topraklarını terk etmeye zorlandılar. bunlardan ikisi bir daha geri dönmedi. sadece karadeniz'den değil, anadolu'nun her tarafından ayrıldılar.
böylece, dünyanın neresinde olursa olsun, darda ve zorda kalanlara çağlar boyu kucağını açan, bağrına basan ve anayurtluk yapan anadolu, sıra kendi öz evlatlarına geldiğinde, bazılarından bu cömertliği esirgedi..

11-
hey gidi hey!...
Ne fırtınalar gödü bu gözler...
ne gemiler bilirim, alabora olmuş meltemde...
ne takalar yapılmıştır bizim oralarda, kafa tutmuştur
karadeniz'e...

-
yorganım omzumda, evin hayatına çıktım.
hayat: salon

12-
ateş bizim buralar ulaşmadı henüz ama seferberlik emrinden sonra bütün gençlerimiz askere çağrılınca, eminiyetimizi sağlayan sanki onlarmış gibi, dışarısı pek güvensiz gelmeye başladı köy halkına.
köyde bir kez olsun bit vukuat meydana gelmemiş olsa bile...

13-
ormana odun kesmeye giderken, ağaçlar korkmasın diye baltasını giysisinin içine saklayacak kadar merhametli ve ulu bir adammış.
-işte benim insanım-

14-
denizin verdiği izin, çoğu zamanki gibi bu defa da kısa sürdü. nevalesini bizlerle her defasında paylaştığı halde, kış boyu sürdürdüğü cimriliği elden bırakmamak istercesine sularını köpürtmek, lacivert rengini kapkara etmek için akşamı bile bekleyemedi. cömertliği ne kadar bolsa, pintiliğinin de o kadar sıkı olduğunu bilen balıkçılar, alabildiklerine rıza göstererek terk ettiler onu.

15-
kıraça! başka hiçbir lakap bu kadar yakışmazdı ona. ufak tefek, kıvrak, inatçı, boyunu aşan işlere bulaşan, gözünü budaktan esirgemeyen, çoğu kez vurdumduymaz..

16-
karadeniz toprakta gösterdiği cimriliği, denizde telafi ederdi.

17-
... hani mümkün olsa, bu doyumsuz lezzete ineklerimizi de alıştıracaktık ama inek işte! ne anlar balıktan?!
-karadenizde balıktan nasibini almayan yalnızca ineklerdir =)-

23-
savaşlardan, iç karışıklıklardan, çekişmelerden bu kadar zarar görmüş bir ülkeye tanrı acıyacaktı tabii ki.
ne var ki, o'nun merhamet gösterdiği insanlara, kendi yöneticileri insaf etmedi.

24-
ve zaferimizi henüz yoldayken kutlamaya başladık. bizim kutlamamız muhabbetti, komşularımızla paylaşımdı, onların sevinci ve hayır dualarıydı.

27-
kendisi gibi evi de yapayalnızdı.

34-
alman donanmasına ait goeben ve breslau gemileri osmanlı'ya sığınıp yavuz ve midilli adını aldıktan sonra rus limanlarını bombalamış, osmanlı birinci dünya savaşı'na katılmıştı.
karadeniz'de, fadime ve urum'un kızından sonra en çok yavuz' a türkü yazıldı.

39-
çocukların ve gençlerin kaybı o kadar kanıksanmıştı ki, evladını yitiren analar birbirine yaslanarak söndürüyordu yüreklerine düşen ateşi.

42-
allah kimine kıt akıl bahşeder, kimine fazla verir, ilk sarsıntıda bir kısmını yere döküverir.

46-
aslında bizim oralarda birçok küfür gibi bu tür sözcükler de, hakaretten çok sevgi ifadesiydi.

48-
"iyi ki hoca değilim" diye düşündü. işin yoksa sabahın köründe ezanı okumak için minareye tırman; öğlen, akşam, gece tırman; kışın soğuğunda, yazın kavurucu sıcağında tırman; tırman oğlu tırman..
belki de hocalar ve müezzinler bundan dolayı içki içmiyordu. günde beş vakit minarenin tepesine çıkan yeterince sarhoş oluyordu zaten.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder